5 Eylül 2009 Cumartesi

Sadece iki cümle...

Ne kadar değişirsen değiş bi yarın hep aynı kalacak. Asla unutma güneş gölgeni aydınlatmayacak.

içses

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Değiştim...

Değiştim. Değişime ayak uydurmak için değiştim. Aslında zorunda kaldım buna. Değişime karşı bir ordu oluşturulsa en ön saflarda olurdum eskiden, ama dünyanın bu hızlı temposuna yetişmem gerektiği için değiştim. Gökyüzü bile bu kadar hızlı değişirken benim monoton hayatıma öylece devam etmem ne kadar doğru olurdu ki…

Öğrendim. Etrafımdan gelip geçen bilgilerin arasında ezilmemek için öğrendim. Adaların rüzgarıyla güveni, Trabzon’un yağmuruyla sevgiyi. Öğrendikçe açlığım arttı daha çok, daha çok öğrenmek istedim.

Bu tatil bana çok şey öğretti, beni çok değiştirdi. Belkide bilinçli geçirdiğim ilk tatildi bu.
Düşünerek yaşadığım ilk tatildi. Gözlemlemek, etrafıma ayak uydurmak, önyargılarımı kırmak için tamamen farklı ortamlarda bulundum.

Değiştim sadece...

6 Ağustos 2009 Perşembe

Hayal Tapınağı

O'nlar ibadetlerini sadece hayal ederek yapıyorlardı... , çok iyi bir işleri olduğunu , çok güzel eşleri olduğunu , huzur içinde öldüklerini... Tek yapmaları gereken buydu Hayal Kurmak...

Liderleri yoktu onların , olamazdı da , hayal kurmanın liderlik bir tarafı yoktu ki. Özel bir günleride yoktu diğer inanışlar gibi... Tek kural vardı onlar için saygı duymak... Onlar arasında boş konuşan, alaycı kimse yoktu.

Onlar için sıradan bir gündü. Tapınağın içi tamamen doluydu , herkesin gözü uzaklara dalmış hayal kuruyordu... Ve o sırada o lanet halk geldi. Yakıp yıkıyordu heryeri karanlığın halkı , o acımasız kavim gerçeklerdi... Hayal kurmaktan gerçekleri umursamaz olmuştu Hayal Tapınağının müridleri. Gerçekler büyük bir ordu gibi üstlerine gelmişti hayal halkının. Artık kaçacak yer yoktu, kimi evini kimi eşini kimi ise hayatını kaybetti o büyük akında...

İşte böyle oldu Hayal halkının sonu. Gerçekleri göremedikleri an onların sonu olmuştu... Hayat acımamıştı hiçbirine gerçekler acımamıştı.

Gerçekler acıydı ...

4 Ağustos 2009 Salı

Aşk

Farkettim ki herşeyi tanımlamaya çalışıyorum. Tutamıyorum kendimi , herşey hakkında kafa yorup tanımlamalar yapıyorum. Kaderi , zamanı, hayatı, hatta Tanrı'yı bile ama aşkı tanımlayamadım.

Denedim,

Dedim ki , aşk kalbindeki yaradır üstüne gidersen acıtır gitmesen yok olur gider... Sonra vazgeçtim her yara acıtır her aşk acıtmaz diye...
Dedim ki , aşk kendini yaralamaktır, sonunda bitecek ve sen üzüleceksin... Ama yine dedim ki bitmeyen aşklar da vardır elbet...

Sonra anladım bu pesimistliğin nerden geldiğini , meğer hep acı çekmişiz , belkide aşkın gerçeğini hiç görmemişiz hissetmemişiz... Hissetmediğin bir şeyin tanımını nasıl yapabilirsin.

Sevgi ve Nefret üzerine

Her şey bir damla sevgi içindi...

"Evet yaptım, bir damla sevginin peşine düştüm , nasıl olduysa aldandım ve yıllarca aradım bu lanet şeyi... Geç farkettim uzak durmak gerektiğini , geç anladım kalplerin sevgiden arındırılması gerektiğini"
Böyle söyledi bir şair... Nasıl da kullandı bu cümleleri ,kelimelerini özenle seçen sevgi dolu bir şair...

Doğdu yaşadı ve öldü . Tek mesleği , gece , mürekkebi her zaman az olan fakat bitmeyen ilginç görünümlü kalemiyle bir saman kağıdına yazdığı sevgi dolu şiirleri satmaktı ünsüz şairin. Bir gün her zaman gece uğrayan ilham perisi gelmez oldu. Merak da ediyordu onun gibi bir çulsuza neden geldiğini , zaten geç gelmişti neden bir kaç sene uğrayıp hayatını altüst etmişti ki ...
Tam sevgiyi buldum diyordu hatta onu şiirlerime sığdırdım diyordu mesleğine aşıktı ama o lanet peri yokmu sanki kalbi mühürlenmişti. Hiçbir şey hissedemez oldu bir kaç yerde çalışmaya başladı ama birşeyler onu alıkoyuyordu hayatına devam etmesinden SEVGİYİ ARADIKÇA HAYATTAN UZAKLAŞIYORDU... Ve sonra yeter artık dedi. O anda karşısında yıllardır içinde sakladığı sevgi dolu adamı gördü , bitkindi karşısındaki yaşlı adam başına ne geldiyse sevgiden gelmişti ... Bir anda içini mutluluk kapladı o yaşlı adam yıllardır eziyet ediyordu ona ... Ve Nihayet kendini bulmuştu...

Siz mühürlenmiş kalplere nasıl sevgiyi yerleştirirsiniz... Bir gün elbet o sevgi ölecek içerideki öfke ve nefret dışarı çıkacak... Ne yaparsan yap içindekini değiştiremezsin. Ruhunu değiştiremezsin. Hayatlar boyunca ya bu bedende ya başka bedende ruh aynı ruh sevgi aynı sevgi nefret aynı nefrettir ...

25 Haziran 2009 Perşembe

Kader

Kader nedir ? En merak edilen soru değil mi ?

Kader bir kitaptır...
Kader bir defterdir...

Kader bir kitaptır çünkü soruları bellidir ,

Kader bir defterdir çünkü cevaplarını biz doldururuz,

Kader kitabının üstünde Nasıl Olgunaştım yazar ,

Kader defterinin üstünde ise Nasıl Olgunlaşacağım .

Kader bizim vereceğimiz cevaplara göre şekillenir ... Cevapları biz seçeriz; ama doğru ama yanlış

Hayatsa okul dönemidir , kader defterini bu okul döneminde doldurursun. Defter er geç bitip kitap olacaktır. Okul dönemi de öyle ; ama mutlu ama mutsuz...

Tanrı ise öğretmendir. Cevaplara göre notunu verir ; ama Tanrı nın bütünlemesi yoktur . Ya yaz tatilini zehir eder ya da en güzel otellere gönderir ...

24 Haziran 2009 Çarşamba

Ne için yaşıyorum...

Ne için yaşıyorum... Ne için yaşıyorum ben , iyi bir üniversite kazanmak için , ya da iyi bir iş sahibi olmak için , ama buda yetmez zengin olmak için mi acaba ? Yoksa sonsuz mutluluk içinmi ? , Zengin olursam mutlu olurmuyum acaba ? mutlu zengin büyük bi aile sahibi olmak içinmi ? ..
Ne için yaşıyorum ... CENNET ! Cennet için ..... Hayır hayırr bu da değil ... Ben kendim için yaşıyorum, kendimi gerçekleştirmek için ... İçimdeki TANRISALIı keşfedebilmek için , uyanabilmek için ...
Bu yolda çok zorluk çekeceğim biliyorum , hatta bunun için öleceğim. Biliyorum çok üzüleceğim biliyorum... Herşeye rağmen buldum , ne için yaşadığımı buldum... Sen gerçekten olgun bir ruhsun "Yavru Tanrı" diyor içimdeki ses . Üzüleceksin diyor Üzüleceksin Yavru Tanrı...

Yükümüz Ağır

Her insan aslında iki kişidir.Kafamızın içinde bir değil,iki kafadar vardır.Biri olduğumuz kişidir diğeri ise olmayı hayal ettiğimiz kişi..Olduğumuz kişi,olamadığımız kişinin en büyük hayranıdır.Odası,onun posterleriyle doludur.Onun gibi giyinmeye,onun gibi yaşamaya çalışır.Bu iki kafadarın birleşip aynı kişi olması,en büyük rüyamızdır.Yaşam ağır bir yüktür ve bu yükün altına girecek gücü de aslında bize bu rüya vermektedir.Değişmek...Olmayı hayal ettiğimiz kişiye giden tek yol budur.Farklı biri hem en çok istediğimiz hem de en korktuğumuzdur.Eski tanıdıktır,yeni gizemdir.Yeni olan,yabancı olandır.Yabancılara karşı temkinli oluşumuzun tarihçesi,oynamak üzere sokağa ilk çıkmamızın hemen öncesine uzanır."Ayakkabının önce sağ tekini giy,sonra da sol...Bir de yabancılarla konuşma!"Kendimizle ilgili kurduğumuz "yeni" hayallere karşı duyduğumuz bu korkuyu göğüsleyebilmek için desteğe ihtiyaç duyarız.Birileri bizi teşvik etmelidir.Arkamızda olmalıdır.Çünkü,yeniye kavuşmak için eskiyi bırakmak gereklidir.İşte o arkamızda olacak birileri bizi doldurmalı ve bizi harekete geçirmelidir.Beklenen o destek asla gelmeyecektir...Yeni biri olmak isteyen biri gerçekte yapayalnızdır.Sevdikleri,beklediği o tılsımı kulağına belki de hiçbir zaman fısıldamayacaktır.Bunun nedeni sevginin kendi kodlarında gizlidir.Sevgi,aynı zamanda bağlılık demektir.Sevdiklerimizin bize olan bağlılığı,bir gün değişmemiz fikrine temkinli yaklaşmaları sonucunu getirecektir.Birgün başka biri olmamız,bizden daha çok,sevenlerimizin korkusudur.Tanınan,bilinen ve sevilen "sen" gidecek,yerini meçhul bir yabancı alacaktır.Bu son derece insani bir reflekstir.Aynı zamanda zalim bir refleks...Senden,doğduğun kişi olarak ölmenin beklenmesi...Bu beklentinin olduğu yerde,sevginin varlığından bahsedilemez.Sevilmek bir ilaçsa,bağlı kalmak da onun yan etkisidir...Hayat durgun bir göl değil,haldır haldır akan bir akarsudur.Uzakta görünse de,aslında kişisel cennet bize bir adım uzaklıktadır.Sende o adımı atacak cesaret varsa,suda seni taşıyacak güç vardır.Cesaretin yoksa bu konfordan asla yararlanamazsın.Aslında biz,kıyısına kadar gelip de bir türlü giremediğimiz o denize,bir sevdiğimizin bizi itmesini bekleriz.İtilmemek ise en zorudur...Sonunda iş başa düşer,çünkü kendi kendini sulara bırakmaktan başka çare kalmamıştır."Denize bileklerine kadar girip,su soğuk mu diye sorup durma sendromu" biz suya atıldığımız anda biter.Yeni evimiz,denizdir artık.Uçsuz bucaksız sular,her ne hikmetse biz içine girince bir anda ısınıvermiştir.Aslına bakarsanız deniz,sadece bileklerine kadar girenler için soğuktur.5 dakika önce gizemli bir yabancı olan deniz,sen kendini ona bıraktığında senden biri olur.Artık zor olan,ondan ayrılma fikridir.İşte kıyısında durduğumuz o deniz,olmak isteyip bir türlü olmaya karar veremediğimiz halimizdir.

Boyama Kitabı

her yeni doğan bebek, tanrı'nın yeni bir hayalidir.senin kaderin, tanrı'nın seninle ilgili kurduğu hayalden başka bir şey değildir.senden tek beklenen, sen olmandır.kendini gerçekleştirmen, aslında tanrı'nın hayalini gerçekleştirmendir.onun seninle ilgili hayalini gerçekleştirmenden daha çok onu yüceltecek hiçbir şey yoktur.varoluş, senin tekamül edebilmen için var olmuştur.yaşam, tek bir ömre sığmayacak kadar uzundur.yaşam, senin yaşamında açılmış yeni bir sayfadır.yaşam, üzerinde adının yazdığı boyama kitabındır.çizgileri tanrı tarafından çekilmiştir.yaşamak ise, kalem kutusunun içinden doğru kalemleri seçmektir.istediğin tüm renkli kalemler emrine amadedir.boyama kitaplarının, boyanmış olarak basılmasının hiçbir manası yoktur.tanrı'nın senin için çizdiği çizgiler, ancak sen renklendirdiğ inde anlam bulur.ancak, sen boyarsan o sayfa bir resim olur.nereyi hangi renge boyamaya karar veremediğinde,tanrı yanıbaşındadır.tanrı'nın eli senin üzerindedir ve bu iki elin doldurduğu şekillersayfaların en güzeli olur.bazen, sayfanda boyayacak yer kalmamıştır, sıkılırsın.bazen, seçtiğin renklerden pişman olur, ağlarsın.bazen de kalemleri doğru seçer ama renkleri çizgilerin içine bir türlü sığdıramazsın.o an tanrı'nın senin için yeni bir sayfa açmasının zamanıdır.eski sayfanı özlediğin de olur.ama ölüm aslında senin yeniden doğumundur.önceki sayfaları boyarken,kafan karışmışkalemi fazla bastırmış,kimi renklerin izlerini arka sayfaya çıkarmışsındır.eski izlerle dolu yeni sayfanı nasıl dolduracağını bilemediğinde,tanrı yanıbaşındadır.tanrı'nın eli senin üzerindedir ve bu eski izlerle başa çıkmakseni daha büyük bir ressam yapacaktır.resim dersinde geçirdiğin saatler senin karmandır.kaderinin kayıtlı olduğu kitap, senin boyama kitabındır.rab, senin resim öğretmenindir.boyama kitabını bitirdiğinde, sen artık gerçek bir ressamsındır.senin resimlerini görmekten daha çok tanrı'yı yüceltecek hiçbir şey yoktur....

Ölüm

Ölüm,başımıza gelen en büyük felakettir.Aslında biz öyle sanırız.Oysa, başımıza gelen şeylerin en ağırı, ilk anda üzerine iyi ya da kötü etiketini yapıştıramadıklarımızdır. Birine aşık olmak iyidir. İyinin de ötesinde muhteşemdir. İstediğin arabayı almak iyidir. Daha iyi ev de iyidir. Diğer tarafta ise ölüm kötüdür. Ayrılık kötüdür. Bir dostu yitirmek çok kötüdür.Peki başa gelen olayın sonucunda kendini yitirmek nasıl bir durumdur? Eski kendine, sendeki manası silinmiş eski bir sevgili gibi yabancılaşmak hangi başlığa aittir? İyiye mi kötüye mi?Hiçbir insan uğurladığı “eski” kendisinin arkasından kötü konuşmaz! Kucağına aldığı bembeyaz yenisine umutla bakmaması gibi bir ihtimal de söz konusu değildir. Acıyı körükleyen de işte bu ikilemdir.Başımıza gelen bazı hadiseler, bizde büyük izler bırakır. Bunların üstesinden gelmenin tek yolu zamana sığınmaktır.Başımıza gelen bazı hadiselerse, bizdeki büyük izleri siler. O günlerde zaman artık senin iksirin değildir. Zamanın tek yaptığı sana, gün geçtikçe o olayda silinenin izler değil, “sen” olduğunu anlatmaktır…Bu en zorudur. Bu en ağırıdır. İnandıkların, hissettiklerin, düşündüklerin, hatırladıkların ve unuttukların… Bunları silecek kudretteki yaşanmışlıklar, gerçekte seni silmişlerdir.İşte bu yüzden, ardından en çok ağlayacağımız ölüm, bizi biz yapan şeylerin ölümüdür.Bir kalecinin elleri koptuğunda, kopup giden iki el değil tüm bir yaşamdır. Bir şarkıcının ses telleri işlemez hale geldiğinde, kaybedilen bir gırtlak değil tüm bir kimliktir. Yaşadığın bir olay, eski seni “sen” yapan unsurları elinden aldıysa o gün gerçekten ağır bir gündür. O gün sen ölümü yaşamışsındır. Ama aynı zamanda o gün senin doğum günündür.Çünkü, dünyaya yeniden gelmişsindir. O gün avazın çıktığı kadar ağlamak istersin ama annenin veya babanın yanıbaşında seni pişpişlemek üzere hazır beklemediğinden adın gibi eminsindir. Ağlamak, dünyaya geldiğinde yaptığın ilk keşiftir. Hiç şaşmaz… Ağlamaya başlarsın, ihtiyacın olan anne şefkati servise hazır, yanıbaşındadır. Yıllar sonra ağlamak istediğin o anda hayatta bile olsalar onlar artık gerçek anlamda senin annen ve baban değillerdir.Çünkü, onlar sadece ve sadece bedeninden yeniden doğduğun günler için anne ve baba sıfatını taşımışlardır.Kimliğinden yeniden doğduğun anlarda, bir bebek kadar zayıfsındır ama ondan daha önemlisi yapayalnızsındır. O gün fikrine güvendiğin dostların da yanında yoktur. Çünkü, “eski sen”i gömdüğün o gün sen, “eski sen”e ait her şeyi ve herkesi onunla birlikte gömmüşsündür.Eski dostlarının sihri “yeni sen”de geçerli değildir artık. Yeni dostlarını bulmak için ise önce yeni kendini tanıman ve sevmen gerekecektir…Başımıza gelen olayların en ağırı, asla nerede, ne zaman, nasıl, yaşadığımızla ilgili değildir.O olay, KİM olduğumuzu kökünden sarsmıştır. İnandıklarımızın yanlış olduğunu ispat etmiştir bize. “En ağır” sıfatını bu yüzden dibine kadar hak etmiştir o.

Tanrı’nın doğum günü /sayfa 22buRAK özDEMİR